Rodoplarda bir İskit nehri olan Tuna’nın(İstros) kollarından (Skyth) nehrinin suyuna batırılarak ölümsüzleştirilen Akhileus(Aşil)


Günümüz dünyasında İncil’den sonra en çok okunan Homeros’un destanlarına Sümerlerin Gılgamış destanı ile Hititlerin Kumarbi destanlarının kaynaklık yaptığını, büyük benzerlikleri olduğunu görürüz.

M.Ö. 750-550 arasındaki "Grek Kolonizasyonu”nun büyük bir yayılımını oluşturan Karadeniz’deki hareketlerinden çok önce, Akalı denizciler Güney-Doğu Karadeniz sahilindeki Batum civarına, Kolkhis bölgesine ulaşmışlar. Kafkasya’daki "Altın Post”u ele geçirmek için düzenlenen ünlü macera, Argonautlar’ın "Argo” gemisiyle yaptıkları müthiş serüven, "Tek gözlü devlerle mücadeleleri, Kyklop Polyphemos’un gözünün kör edilişi vs.”, bizim "Tepegöz Efsanesi” olarak bildiğimiz öykünün aynısıdır. Veya Lidya tarihi araştırılırken, Kırgızlar’ın ünlü "Manas Destanı” karşımıza çıkar. Yine tarih boyu en çok okunan üç kitaptan biri,(İncil ve Kuran)dan sonra Homeros Destanlardan İlyada’nın Sümerlerin Gılgameş destanından esinlendiğini bu konunun uzmanları kaydeder. Yine Heredot tarihinde Akhilleus(Aşil)un Styks Irmağında annesi Theteis tarafından yıkanarak ölümsüzleştirilmek istendiğini biliriz. Yunanlıların tarihi ve mitolojik olayları devamlı nalıncı keseri gibi kendilerine yontmalarını, bu konunun uzmanları artık ortaya çıkarmalıdır.

    Konuyu dağıtmadan yine Rodoplarda bir İskit nehri olan Tuna’nın(İstros) kollarından (Skyth) nehrinin suyuna batırılarak ölümsüzleştirilen Akhileus(Aşil)a dönelim. Styx nehrinde annesi tarafından suya sokularak ölümsüzleştirilmek istendiği bilinir. Akhilleus (Aşil)u Yunanistan’daki hangi Styx(İskit) nehrinde yıkadıklarını hep merak ederim. Aslında Rodoplarda ki Styx nehri bugünkü Vraça nehri olduğu üzerinde araştırmacılar hemfikirdir. “O günlerin tanrılarından( ölümlü bir baba olan Peleus ile su tanrıçası olanThetis'in oğlu olan yarı tanrıdır). Thetis üstün oğul doğurma kehanetini bilmekte, Olimpos tanrılarına öfke duymaktadır. Kendilerini korumak için, Thetis’i layık olmadığı bir ölümlüyle evlendirmişlerdir. Thetis yine de oğlu için bir şeyler yapmak niyetindedir. Onu ölülerin dünyasında akan Styx nehrinin sularında yıkar. Böylece vücudu silah işlemez hale gelecektir. Nehir çok hızlı aktığı için Aşil’i topuğundan tutmak zorunda kalır. Böylece Aşil’in topuğu onun öldürücü yarayı alabileceği tek yer haline gelir.” Olayı Truva Savaşlarından hatırlayanlara konuyu tekrar yazarak uzatmak istemem. Burada Aşil’in kimliğinden öteye o yılların kutsal toprağı ve nehrinin Rodoplarda yani Pomakların Anayurdunda olması benim için önemlidir.

Yine tarihte Örfeus adlı bir ozan ve lir üstadın dünyanın pek çok ören yerinde mozaiklerde, müzelerde teşhir edilen heykellerine rastlıyorduk. Kimdi bu Örfeus, nerede yaşamıştı! Özgen Acar ve Füsun Tülek araştırmalarında Orfeus’tan şöyle bahseder. “Sıra Mozaiklerde!”, Aktüel Arkeoloji, Ocak-Şubat 2013, İstanbul, 59-60 “Efsuncu Orpheus / Orpheus, The Magician”, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 1998, 10

Orfeus kimdir? “Apollon'un oğludur. Sanat yeteneği bu sayede meydana gelmiştir. Lirini çalmaya başlayınca azgın akan sular durur, ormandaki en yabani yaratıklar bile evcilleşirdi. Orpheus zamanını ormanda, Musalarla birlikte geçirirdi.
Orpheus Musalardan Eurydike'ye aşık olmuş, onunla evlenmiştir. Eurydike bir gün ormanda gezinirken ayağını bir yılan sokmuş ve ölmüştür. Orpheus bunun üzerine lirini alarak karısının ardından Hades'e yani ölüler ülkesine gitmiştir. Orpheus'un yeraltında kaldığı süre içinde cehennemde tüm işkenceler durmuş, güzel müziği ona yeraltının tüm kapılarını açmış, Tanrı Hades bile duygulanarak gözyaşlarını tutamamıştır. “

Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/yunan-mitolojisi/199456-orpheus-orfe.html#ixzz3EmG3e6LE
“Yunan mitolojisine göre Orpheus (Orfeus), kaplumbağa derisinden yapılma, 7 telli ‘lir’ini çalarak söylediği şarkılarla doğayı kendinden geçiren, vahşi hayvanları evcilleştiren, büyüleyen efsuncu bir şahsiyet. Antik dönemde sayısız yontu, rölyef, fresko, mozaik esere konu olmuş, efsanevi bir müzisyen, şair ve kâhindir.”

Yunan uygarlığı her konuda Anadolu, Mezopotamya ve Mısır uygarlığını örnek almıştır. Batı dünyasının ‘medeniyetimizin beşiği!’ diye bas bas bağırdığı, yerlere göklere sığdıramadığı Antik Yunan Kültürü aslında Anadolu, Mısır ve Mezopotamya Medeniyetleri üzerinde yükselmiştir.

“Mısır’a gitmeden önce Yunanistan’da ‘Apollon’un Oğlu’ olarak bilinirken, Mısır’da inisiasyondan geçtikten sonra üstatları tarafından kendisine “Işığıyla Şifa Veren” anlamına gelen ‘Örfe’ (ya da ‘Arfa’) ismi verilmiştir. Örfe, kurduğu inisiyatik okulda, ‘Tanrısal Işık’ olarak sembolleştirilmişti. Bu ışığa ulaşabilmek için insanın kendi içinde gizli olan ışığa ulaşması, yani insanın kendi sırlarını tanıması, kendini bilmesi gerekiyordu. Bundan dolayı Örfe, Delf Mabedi’nin kapısına iki sözcükten oluşan şifreli bir cümle yazdırdı: “KENDİNİ BİL!”

Bulgaristan’ın Smolyan kenti yakınlarında düzenlenen Örfeus(Orfe) Şenlikleri, şehrin güneyinde Tatul yerleşimindeki kazılarda Örfeus’un bronzdan heykelini arkeologlar yaptıkları kazılarda çıkarmışlardır. Dünyanın pek çok ören yerinde Örfeus’un heykelciklerine ve mabet ve saraylarda mozaiklerine rastlanır. Fakat ona sahip çıkan Rodoplardır. Bu nedenle bölgede Örfeus şenlikleri her yıl yapılmakta, şenliğin yapıldığı Trigrad kentine binlerce turist Örfeus’u anmak için toplanmaktadır. Trigrad neresidir? Rodopların zirvesinde üç şehir anlamına gelen Mugla, Nastan Trigrad’ın diğer yerleşimleridir. Pomak cumhuriyetine Tımraş’tan sonra bir müddette Trigrad merkezlik yapmıştır. Yazımızın belli bölümlerinde 1878 sonrası kurulan “Rodopi Tımraska Republica” Pomak Cumhuriyeti bahsinde okuyacaksınız.

ALEVİ-BEKTAŞİ GELENEĞİNDE “ORPHEUS”

“Ezoterik bilginin nesilden nesile aktarılışının bir örneği olarak yolcuğuna Yunanistan’da başlayan Orfeus, Hristiyanlığa, Museviliğe ve ilerleyen aşamalarında Alevi-Bektaşi ve hatta Sufizm geleneği aracılığıyla İslamiyet’e de bir şekilde dokunuyor.

Alevî-Bektaşilerin gerek ‘âyin-i cem’lerindeki uygulamalar sırasında, gerekse de günlük hayatlarında hayvan sembollerini sıkça kullandıklarını biliyoruz. Mesela, Aleviler turna kuşuna sevdalı insanlardır. Türkülerinde, danslarında turna hiç eksik olmaz. Turnalar, leylekler, kartallar, şahinler gibi ısınarak yükselen hava akımlarından yararlanarak, ‘dönerek’ uçarlar. Yükseliş hep güneşe doğrudur. Döne döne uçarak yükselirler, yükseldikçe göksel güçlere, Tangri‘ye, Taru‘ya, Tura‘ya, Tarhunt‘a, Taiowa’ya, Baba’ya, Güneş’e, Işığa ulaşırlar. (İşte yine karşımızda, ‘Güneş’ ve ‘Işık’ sembolizması)

Ama esas şaşırtıcı benzerlik, adını ‘Horasan Erenleri’ olarak anılan şahsiyetler arasına yazdıran, kurumsallaşan Bektaşîlik tarikatının isim babası, büyük Türk mutasavvıfı Hacı Bektaş-i Veli’nin hayvan sevgisidir. İnsanın cemalini (yüzünü) Hakk’ın cemali, gönlünü Hakk’ın evi bilen Hacı Bektaş-i Velî’de Allah aşkı, insan sevgisi, hatta hayvan sevgisi en yüksek noktaya ulaşmıştır. Yeryüzü evi gibidir onun. Vahşi ya da evcil fark etmez, bütün hayvanlar onun dostudur. Dergahında asılı en ünlü resminde, bağdaş kurmuş oturur; bir kucağında ceylan, diğerinde aslan vardır. İkisi de efsunlanmış gibi durular.

Orpheus bir şekilde İslamiyet içerisindeki Sufist geleneğe de dokunmuştur. Delf Mabedinin kapısına yazdırdığı “KENDİNİ BİL!”-

 Türk tarihinde Hacı Bektaş-i Veli, Celaleddin-i Rumi(Mevlana) ve Sarı Saltuk Dede gibi düşünürler çoktur. Bunlar içinde yine 1361'de Edirne fethedildikten sonra ele geçirilen Dimetoka'ya bağlı Simavna veya Samavna denilen belde de dünyaya gelen Şeyh Bedreddin en ünlüsüdür.

Şeyh Bedreddin o yıllarda bölgede Hıristiyanlık, Müslümanlığın sentezi olan Bogomolizmin etkisinde kalan zamanın mal-mülk herkesin kullanımına açılmasını isteyen bir düşüncenin temsilcisidir. Müslümanlıkta çeşitli yorumlara uğrayan Sufizm o yıllarda Rodopların gerek Kuzeyinde gerekse güneyinde çok taraftar buluyordu. Bu nedenle bölgede Sofular veya Sofu gibi yerleşim isimleri çoktur. Kahire de öğrenim görmüş, uzun bir müddet İzmir ve Manisa civarında geçirmiştir. Dimetoka yakınlarında Simavna’da kadılık yaparken oğlu Mahmud dünyaya gelmiş ve adına İbn-i Kadı Simavna veya Simavna Kadısı oğlu denmiştir. Bu yüzden bölge Sufizmin ve Melamiliğin önemli merkezi olmuştur. Bektaşi tekkelerinin en yoğun olduğu bir bölgedir.
Anadolu ise Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarıyla beraber Yunan Uygarlığının doğduğu bölgedir. Sadece uygarlık değil, çeşitli dinlerin merkezi Anadolu, Mezopotamya ve Mısır olmuştur. Yunanlıların baş tanrısı Zeus, o yıllarda İskitlilerinde baş tanrısıdır. Hitit panteonunda en önemli tanrı kuşkusuz “Gök Tanrı” idi. Yerel olarak değişik isimlerle çağrılan bu tanrı, Hatti dilinde “Taru” Hurri dilinde “Teşup” Hitit dilinde ise “Tarhu”, Tarhuna ya da “Tarhunt” diye adlandırılıyordu. Yazılıkaya’nın girişi Hititler zamanında, bir tapınak binasıyla kapalıdır. Günümüze sadece temelleri kalmıştır. Bu nedenle gerek yazılı metinlerde gerekse tabletlerde “Hatti Ülkesinin bin Tanrısı” deyimi geçer. Hititler Anadolu’ya geldiklerinde, Hint Avrupa kökenli bir tanrıları vardı. Şiu isimli bu tanrı, daha sonraki yıllarda Anadolu’da Yunanlılarda Olympos’ta yaşayan Zeus ve Latinlerde Deus olarak anılacaktır. Gök Tanrısının en önemli sembollerinden biri de boğadır. Alacahöyük’te çıkan bir kabartmada kral ve kraliçenin boğa heykeli önünde yaptığı saygı duruşu da aslında Gök Tanrı ile ilişkili olmalıdır. Konya-Çatalhöyük’ten, belki de daha eski çağlardan beri önemini devam ettiren bu sembol daha sonra Yunan Mitolojisinde Zeus’un boğa kılığına girmesinde de karşımıza çıkacaktır. Hitit baş tanrıçası, Hattilerde “Vuruşemu”, Hurrilerde “Hepat” diye adlandırılmıştır. Hititlerin “Arinna’nın güneş tanrıçası” ,Geç Hititlerde “Kupaba” olarak da geçmiştir. Bu isim daha sonraları “Kybele” olarak devam edecektir.
Hattuşaş yakınlarında Yazılıkaya da elleri oraklı, bir birbirinin eşi 12 tanrı Hitit tanrısı vardır. Bu dönemde Mısır, Anadolu, Yunan halkları, Balkanlarda, Tuna Boylarında, Macaristan ve Anadolu’da yaşamış İskitliler bile, Yunan Panteonuna ait olduğu sanılan 12 Olympos tanrısına inanırlar. Yine bu çok tanrılı inanışın ritüeli, Hıristiyanlık ta 12 havari olarak İsa’nın öğretilerini yayacaktır. Bununla da kalmayacak İslamiyet’te Alevilik 12 İmamla inananlarına inançlarını aşılayacaktır. Görüldüğü gibi Musevilikten itibaren bütün dinler birbirinden esinlenmiş, birbirinin çoğu öğelerini benimsemiştir.


   Sadece din demi bu benzerlik görülür. Tarih boyu halkların dilinden, anlatılarından, yazılı metinlerden düşmeyen destanlarında birçoğu ortaktır. Örneğin Homeros’un dünyaca ünlü İlyada destanı Sümerlerin Gılgameş’inden esinlenmiştir. ……………………………Galenos’un anlatıları ……. Toroslardaki …..
Homeros’un İlyada destanında ve başka destanlarda ve anlatılarda adı geçen Aşil (Akhilleus) ünlü Yunan kahramanı Peleus ile Tetheis’in oğlu idi. Tanrılar soyundan olan annesi, onu ölümsüz kılmak istedi, çünkü babası ölümlü idi. Annesi Thetis onu doğurunca tılsımlı bir ateşe tuttu, fakat kocası Peleus’un ansızın gelmesi üzerine işi yarıda kaldı. Akhilleus’un kaderinde iki hayattan biri vardı. Ya kısa, fakat şan ve şeref dolu bir hayat, yahut uzun, fakat silik sönük bir yaşam, bir rivayete göre: annesi onu (ölümsüz) bir hale getirmek için, topuğundan tutarak (Styks) ırmağına daldırdı. Bu sebepten Akhileus, topuğundan tutulunca annesinin eliyle kavradığı topuk kısmı suya batmamıştı, onun hiçbir yerine ok işlemez, kılıç kesmez olması istenmişti. Fakat annesinin topuğundan tuttuğu bölge onun için çok tehlikeli idi. Onu terbiye eden Khiron, atılgan bir kahraman yapmak için, aslan iliği ile besledi. Akhilleus bu yüzden, altı yaşına basınca, aslanları öldürmeye, koşan geyikleri yakalamaya başladı.

   Yine gücün, kuvvetin temsilcisi Spartaküs’te yine Rodop Dağlarından çıkarak Roma’ya gitmiş bir kahramandır. Onların Rodoplarda yaşamış “ölmek istemeyen halk” adı verilen Getai kavminin(İskitlerin bir kolu) mensubudur. Spartaküs Roma’ya bu topraklardan gitmiştir.

Safkan bir halk ve dünya uygarlığının yaratıcısı olduğu iddiasında bulunan Yunanlıları en iyi anlatan ünlü Tarihçi, Constantine Papararrigopoulos Yunanlıların kökeni için şunları söylemektedir. “ Gerçek Yunanlılar, İ.Ö 146 yılında gerçekleşen Roma işgali neticesinde yeryüzünden bütünüyle silinmişlerdir. Bugünkü Yunanlılar, İ.S 6. asırda, kuzeyden ve batıdan Mora yarımadasına akan Slav, Arnavut, Ulah, Kuman, İskit gibi ırkların bu topraklara yerleşmeleri ve melezleşmeleri sonucu oluşmuş bir ırkın torunlarıdır. 13 ayrı millet ve etkin gruptan oluşan bu halkın müşterek yanı Ortodoks oluşlarıdır.” Burada tarihçinin gözünden bir tek şey kaçmıştır. İskitliler M.Ö 1200 yıllarından itibaren Balkanlarda ve Batı Trakya’da vardır.

Peki İskit nehri ile ilgili belge nedir diye soracak olursanız; (Heredot IV.48) “Araros, Naparis ve Ordessos bu ikisi arasından akar ve İstros’a(Tuna) dökülürler. Bunlar, İstros’u besleyen ırmakların Skyth’lere ait olanıdır.” (Heredot IV.49) “İstros boydan boya bütün Avrupa’dan geçer. Kaynağını Avrupa’nın, Kynet’lerden sonra, en batısında oturan Kelt’lerin topraklarından alır. İstros bu anakarayı bir uçtan bir uca geçip Skythia’nın hemen yanından denize(Karadeniz) dökülür” Bu konuya ilgi duyanlar, Klasik çağ yazarları, bölgenin İskitya bölgesi olduğunu tarih boyu da böyle anıldığını yazarlar.

Bizi  Facede sosyal Medyada Takip edin.Pomaklar hakkinda her seyden an itibari ile  Haberiniz olsun